30 Eylül 2011 Cuma

Tanrı'nın Bir Cezası: Maymuna veya Sıçana Dönüştürmek

6 gün önceki yani 24 Eylül 2011 tarihli yazıda İslam'ın Tanrısı Allah'ın "öc alıcı" bir Tanrı figürü olduğundan bahsedilmiş, sıfatlarından birinin de Züntikam olduğu belirtilmişti. (bkz. Al-i İmran suresi 4.ayet, Maide suresi 95. ayet, İbrahim suresi 47.ayet, Zümer suresi 37.ayet). Bahsi geçen yazı için: İnandırmak için Ant içen ve Öc alıcı Tanrı

Öc alma amaçlı verilen cezalardan, mesela bir tanesi de İnsanı Maymuna Dönüştürme Cezası

"Ey Yahudiler! İçinizden cumartesi günü azgınlık edenleri elbette biliyorsunuz. Onlara aşağılık birer maymun oldunuz dedik. Bunu, çağdaşlarına ve sonradan geleceklere bir ceza örneği(ibret) ve Allah'a karşı gelmekten sakınanlara ders olsun diye yaptık."  (Bakara Suresi, 65. ve 66. ayetler)

Aynı ayetin gerçek dışılığı www.agnostik.org'un da dikkatinden kaçmamış.

Olayın özeti şudur, cumartesi günü iş yapmak yasak ve bu yasağı çiğneyenler Tanrı tarafından cezalandırılmış, hem de maymuna dönüştürülerek. Olayın daha detaylı açıklaması, Diyanet'in resmi çevirisine göre, Araf suresi 163. ayette açıklanmakta:

"Ey Muhammed! Onlara deniz kıyısındaki kasabanın durumunu sor. Cumartesi yasaklarına tecavüz ediyorlardı. Cumartesi balıklar sürüyle geliyor, başka günler gelmiyorlardı. Biz onları (kasabalıları), yoldan çıkmaları sebebiyle böylece deniyorduk."

Aynı surenin (Araf) 166. ayeti de şöyle diyor:

"Kendilerine edilen yasakları aşınca, onlara "Aşağılık birer maymun oldun!" dedik."

- Bir yandan cumartesi günleri çalışmayı, balık tutmayı yasaklarken; öbür yandan da balıkları cumartesinin dışındaki günlerde tutulabilecek yerlerden uzaklaştıran bir Tanrı.
- Kasabalılar bakarlar ki, balıklar cumartesi günleri sürüyle gelirken başka günler hiç mi hiç gelmiyor! Ne yapsınlar? Geçimleri de balıktan. Dayanamayıp yasağı çiğnerler, cumartesi günleri balık avlarlar.
- İşte bunun üzerine Tanrı öfkelenmiştir. Yani cumartesi yasağını çiğneyip, sınavı geçemediler diye. Aynı Tanrı, oyuna gelen kasabalıları en ağır biçimde cezalandırılmış; onları aşağılık maymunlara çevirmiştir.

not: İnsanların başlarına gelen kötü durumların ve özellikle fakirlik ve köleliğin Tanrı'nın sınavı olarak nasıl inandırıldığını ilerleyen günlerde detaylı bir şekilde bahsedeceğiz. Bunun yanında, İslam ve Yahudi Tanrısı'nın "hileci" olduğunu, peygamberliğini iddia eden Muhammed'in ve yoldaşlarının da bu hile yöntemini nasıl uyguladıklarını, İran'daki devrim sürecini açıklayan yazı için buyrunuz: Şeriat Tanrısı'nın Hilesi

Bir de sıçanlara dönüştürme cezası var tabii ki. Muhammed şöyle der:

-İsrailoğulları'ndan bir topluluk yitiktir. Ne yaptıkları, başlarına ne geldiği de bilinmiyor. Ben bunların, kesinlikle sıçanlara dnüştürüldükleri görüşündeyim. Bakıp görmez misin ki sıçanların önüne deve sütü konulduğunda hiç içmezler de, koyun sütü konulduğunda içerler. (Hadis için referans: Müslim, e's Sahih, Kitabuz-Zühd/61-62, hadis no 2997)

Demek ki Muhammed'e göre bugün görülen sıçanlar, İsrailoğulları'ndan hayvana dönüştürülenlerden. Muhammed, sıçanların koyun sütü içtikleri halde, deve sütü içmemelerinden bu sonuca vardığını belirtiyor. Peki, sıçanların deve sütü değil de koyun sütü içmeleri neden bu konuda bir kanıt olabilir? İsrailoğulları'nda deve eti ve sütü haramdır da ondan. Yani Muhammed'i sıçanların, İsrailoğulları'nın Tanrı tarafından bu forma dönüştürüldüğü görüşüne İslam peygamberi Muhammed bu şekilde bir mantık yürütmeyle varıyor. Aynı Muhammed, kimi hadislerinde de, İsrailoğulları'nın kertenkelelere dönüştürülmüş olabileceklerini düşünüyor. (Hadis için referans: Ebu Davud, Sünen, Kitabu'l- Et'ıma, hadis no: 3795). (Gülsek mi ağlasak mı?)

Muhammed, kendi ümmetinden de hayvanlara, örneğin maymunlara, domuzlara dönüştürülenler olduğunu ve olacağını açıklar. Ve açıklamasına göre bunlar; zinayı, şarabı, ipekli giymeyi ve çalgı çalıp eğlenmeyi "helal" sayanlardır. (bkz. Buhari, e's Sahih, Kitabul Eşribe, hadis no:1892)




                                                                       2000'e Doğru, 22 Ekim 1989, yıl 3, sayı 43
                                                                                                       Turan Dursun

26 Eylül 2011 Pazartesi

Şeriat Tanrısı'nın Hilesi

Kuran'ın Tanrısı bir takım kasabaları nasıl yok ettiğini uzun uzun anlattıktan sonra sormaktadır.

Onlar Tanrı'nın hilesine karşı kendilerini güvende mi görüyorlardı?
                                                                                                        (Araf Suresi, 99.ayet)

De ki: Tanrı hile yapmakta herkesten daha hızlıdır. (Yunus Suresi 21.ayet). Bunun tam karşılığı olan sözlere, Tanrı'ya yakıştırılamadığı için Diyanet'in resmi çevirisinde kendi anlamının dışında bir anlam verilmiştir. Bu hep yapılır.

Onlar hile yaptılar. Tanrı da hile yaptı. Tanrı hile yapanların en hayırlısıdır. (Al imran suresi, 54.ayet)

Onlar hile-tuzak kurarlar. Tanrı da hile-tuzak kurar. Tanru hile-tuzak kuranların en hayırlısıdır. (Enfal suresi, 30.ayet)

Muhammed de "inanırlar"ını, "inanmazlar"ıyla savaşa yöneltirken şu öğüdü verir: "El-hambu hud'atun=savaş hiledir" (Buhari, e's sahih, Kitabu'l-Cihad/157, Müslim e's sahih, Kitabu'l Cihad/17-18, hadis no.1739-1740). Muhammed bu öğüdü vermekle kalmamış, kendisi uygulamış ve uygulamıştır da. Nicelerini, örneğin bir ozanı, Ka'b ibn Eşref'i hile yaptırarak, tuzak kurdurtarak öldürmüştür. (Buhari'nin de içinde bulunduğu hadis kitaplarında yer alan olay için bkz. Tecrîd, Diyanet Yayınları, hadis no. 1578)

İslam şeriatı tüm dünyayı bir savaş alanı olarak görür. Bu savaş İslam inanırları ve inanmazları arasındadır. Şeriat, güçleninceye dek, "mümaşat" yolunu gütmüştür, yani "birlikte barış içinde yaşama" stratejisini gütmüştür. Bu da bir çeşit hiledir çünkü, güçlendiği zaman iki yoldan birini seçmesini istemiştir insanlardan:

-Ya ölüm
-Ya İslam.

İnanç ve düşünce özgürlüğünün soluğu kesilmiştir o zaman. İslam hiçbir dini din olarak tanımamaya başlamıştır.

Muhammed ve yoldaşları güçlenmeden önce:

Senin dinin sana, benim dinim bana. (Kafirun suresi, 6.ayet)

Dinde zorlama yoktur. (Bakara Suresi, 256.ayet)

Muhammed'in işleri iyi gidip(!) politik ve toplumsal gücü eline geçirdikten sonra:

Tanrı'nın dininden başka bir din mi istiyorlar? Kim İslam'dan başka bir din isterse, onunki kabul edilmeyecektir hiçbir zaman. Tanrı katında din, kuşkusuz ki İslam'dır.

İslam Tanrısı'nın sözlerini ilettiği iddia eden Muhammed'in bakın ulaştığı küstahlığa:

Onları(inanmazları, size karşı savaşanları diyere çevirmekle ayeti kurtarmak zordur) nerede bulursanız öldürün. (Bakara suresi, 191. ayet, Nisa suresi 89 ve 91.ayetler; Tevbe suresi, 5.ayet)

Bakara suresi 191. ayet, Hizbullah gibi İslam'i terör örgütlerinin dayanak noktasıdır.

İran'da mollalar, Şah'a karşı, sol kesimle "mümaşat yapmıştır". (barış içinde birlikte yürümüş, Şah'a karşı birlikte savaşmıştır). Ama ne zaman ki güçlenmişlerdir, daha önce "ittifak" kurduklarına ne yaptıklarını herkes bilir. Mollalar, kendilerine yakışır bir şekilde şeriat kültüründeki hile yöntemini kullanmışlardır.

Ülkemizdeki mollaların, din çevrelerinin, "çifte standart olmasın", "demokrasi, inanç ve düşünce özgürlüğü" diyerek sol kesimin karşısına çıktıkları, birçoklarını istedikleri çizgiye getirmeyi başardıkları ve Türk Ceza Yasası'nın 141, 142. maddeleriyle birlikte 163. maddesinin tartışıldığı şu sıralarda bunların hatırlatılmasında yarar vardır. "Görüş"lerin soluğu kesilmesin diye...
 



                                                                                             Ekonomi ve Politikada Görüş
                                                                                                  Şubat 1990, sayı 39

Not: Allah dileseydi o peygamberlerden sonra gelen milletler, kendilerine açık deliller geldikten sonra birbirleriyle savaşmazlardı, fakat onlar ihtilafa düştüler de içlerinden kimi iman etti, kimi de inkâr etti. Allah dileseydi onlar savaşmazlardı; lâkin allah dilediğini yapar.

24 Eylül 2011 Cumartesi

İnandırmak İçin Ant İçen ve Öc Alıcı Tanrı

İslam'ın Tanrısı, tıpki Araplar gibi inandırmak için sürekli yemin etmektedir. Malum bizim kültürümüzde de vardır bu Araplar üzerinden gelen "inandırmak için sık yemin etme" alışkanlığı. Peki neler üzerine içiyor bu antları Tanrı?

1-) Kendi üzerine. Meryem Suresi 68.ayet, Hicr Suresi 92.ayet. "Fe ve Rabbike" der, yani "Senin Efendi'ne-Tanrı'na ant içerim ki.." Diğer örneklerden bazıları Mearic suresi 40, Nahl Suresi 56 ve 63.ayetler)

2-)Peygamberinin yani Muhammedin üzerine. Hicr Suresi 72.ayet: "Le amruke.." (ey Muhammed!)senin yaşamın üzerine ant içerim ki...

3-)Kuran üzerine. "Ve'l-Kurani!". Sad Suresi, 1.ayet, Kaf suresi 1.ayet) "kuran üzerine ant içerim ki...". Duhan Suresi 2.ayette de "kitap üzerine ant içerim ki.." diyerek seslenmektedir İslam Tanrısı.

4-) Göğe ve gök cisimlerine  (Güneş kültlerinden fazlaca etkilenmiş ve Tanrı'nın gökte olduğuna inanan bir din için aslında beklenen de bir şeydir) Büruc suresi 1.ayet: "burçları olan göğe ant içerim ki.." Şems Suresi (Şems'in güneş anlamına geldiğinin altını çizerim, Allah da aslında bir çeşit güneş tanrısıdır, bu konuyu ayrıca paylaşacağım blogda daha sonra) "Göğe ve yapanına(Allah'a) ant içerim ki..." Tekvir suresi 15. ve 18. ayetlerde de yıldızlara ant içmektedir. İnşikak ve Vakıa surelerinde de benzer örnekler vardır.

5-)Yer, yani dünya için ant içer ayrıca. (Gökte Tanrı ve melekler, yerde ademoğulları yaşar İslam inancına göre, ayrı bir soru? Tanrı eğer gökteyse gök, Tanrı'dan daha büyük olmak zorundadır, halbu ki Tanrı en büyüktür. Zaten gök diye bir şey de yoktur, boşluk vardır sadece, ama ilkel gök tanrısı inancından da etkilenen bir dinin Tanrı'yı gökte sanması da normaldir). Şems suresi 6.ayet

Yeri gelir kıyamet'e de ant içer (kıyamet suresi 1.ayet), düşman üzerine sürülen atlara (Adiyat suresi) , yağmur yüklü buluta ve gemiye(zariyat suresi), denize (Tur suresi) vesaire bu örnekler uzar gider. Tam da Arap geleneklerine uygun olarak antlarına yemin eder Tanrı, ben de inandıysam Arap olayım.

Kuran'daki Tanrı, bunca şey üstüne ant içerken, insanları belirli bir şeye inandırmak ister. Öfkelendiği kimselerin başlarına neler gelebileceğine; kıyamete, nasıl öç alacağına dair yeminler eder.( çok önemli bir nokta şudur ki, İslam'da Tanrının bir adı da "Züntikam"dır, yani ÖÇ ALICI. bkz. Al-i İmran suresi 4.ayet, Maide suresi 95. ayet, İbrahim suresi 47.ayet, Zümer suresi 37.ayet). Korkunç cehennem ateşinde öcünü alacaktır Tanrı, evet inanırlara göre bu satırları yazdığım ya da kitaplarına peygamberlerine inanmadığım için ben de sonsuza dek cehennemde canır canır yanacağım. Tanrı'yı reddetsin veya reddetmesin, herhangi bir dine inanmayanlar sizce de bu kadar cesurlar mı? Bu soruyu özellikle dinin sorgulamaya bile cesaret edemeyen ama kendilerine "din iyi bir şeydir" diye mazeret uyduran sözüm ona inanırlaradır. Umarım yanlış Tanrı üzerine bahis yatırmıyorlardır, Ulu Manitu'nun dehşetinden ya da Lord Krishna'nın acımasızlığından koruyamayabilir kendilerini İslam Tanrısı Allah.


Daha sonra "Tanrı'nın varlığına dair kanıtlar" başlığında ayrıca detaylı olarak inceleyeceğim "Pascal'ın Bahsi"nden bahsetmek isterim biraz. Özetle der ki, "Tanrı varsa ben kazandım, yoksa da kaybedeceğim bir şey yok". Bu korkak, pısırık bakış açısına eleştirilerimi daha detaylı yapacağım fakat kendisine Tanrı'nın varlığını ancak öldükten sonra öğrenirse Tanrı'ya ne yanıt  verileceği sorulan Bertrand Russell'ın cevabını paylaşmak isterim:

"Yeterli kanıt yoktu Tanrım, yeterli kanıt yoktu." 



İşte tam da zaten bu kanıtların yetersizliğinden dolayı cümlelerini ant içmelerle süslüyor Tanrı. "Bana inanacaksın, yoksa seni çok pis yaparım haa" diyerekten "öc alma" kozunu da ortaya koyuyor.

23 Eylül 2011 Cuma

Edebi bir eğlence olarak din

Amerikalı düşünür, yazar Ralph Waldo Emerson diyor ki:

Bir çağın dini, bir sonrakinin edebi eğlencesidir. 



Çok beğendiğim, takdir ettiğim bir tespittir fakat biraz eksiktir de. Neden doğrudur? Helenistik dönemin o bütün mitolojik tanrılarını edebiyatta, hatta yeri geldiğinde sinema ekranlarında kullanıyoruz. Aslına bakarsanız Tanrı'nın varlığını reddeden herhangi biri bütün bu tanrıları reddetmektedir, İslam'a inan biri ise sadece bir Tanrı eksik reddetmektedir, zat-ı muhterem Allah. Gel gör ki, eski Yunan'da birçok insan Zeus'u, Afrodit'i reddettiği için idama mahkum edilmiştir, günümüzde bu Tanrılara değer veren herhangi bir kimse bulunmamaktadır bilinen veriler içerisinde. Neden eksik bulduğuma gelince cümleyi, bir sonraki çağda değil eş zamanlı yaşadığımız toplumların dinleri bile edebi eğlence olabilmektedir. Hindistan'da ineklere gösterilen değer, Tao inancına göre ölüler için yakılan nesneler, İslam inancına göre Tanrı için kurban kesmeler bunlara örnek olarak gösterilebilir. İşin trajikomik yanı şudur ki, herkes birbirinin inancına saygılı görünüp arkadan dalgasını geçmektedir.

İngiliz bilim kurgu yazarı Douglas Adams'ın bir sözü ile bitirelim yazıyı:

Bir köşesinde meleklerin olduğuna inanmadan da, bir bahçenin güzel olduğunu görmek yeterli değil midir?

İnanmasan bile kutsalıma saygı göster!

Richard Dawkins'in Tanrı Yanılgısı (The God Delusion) isimli kitabı "Haksız İtibar" isimli alt bölümden sadeleştirmeler ve eklemelerle:

Toplumumuzda dindar olmayanlar dahil azımsanmayacak sayıda insanın kabullendiği veya kabul etmek zorunda bırakıldığı bir sanı vardır; bu da dinsel inancın saldırılara karşı savunmasız olduğu ve olağan dışı bir saygı duvarıyla korunması gerektiğidir. Bu saygı kalkanı öylesine kalın olmalıdır ki, insan haklarının insan hayatını korumak adına aldığı kurallarla karşılaştırılamamalıdır bile.

İslam peygamberi Muhammed'in karikatürünü çizen çizerin kellesine Pakistanlı bir imam tarafından 1 milyon dolarlık bir ödül konmuştu. Göstericilerin elindeki pankartlar ve Ortadoğu dünyasının açıklamaları "İslam'ı vahşi bir din gibi gösterenlere" cevabı yapıştırıyordu sözüm ona:

"İslam'a hakaret edenleri katledin."

"Avrupa bunun bedelini ödeyeceksin."

"İslam'la alay edenleri doğrayın."

Eminim birçok inanır da bu tavrı desteklememektedir, fakat gel gör ki Fransız Devrimi ile artan Cumhuriyetçilik ve milliyetçilik akımına kadar dünya üzerindeki savaşların neredeyse tamamına yakınının besleyicisi olan din ideolojisin 21. yüzyılda bile bütün vahşetiyle devam ettiğini görmek adına üzücü.(bamq)

Gazeteci Andrew Mueller, İngiltere'nin sözüm ona ılımlı(!) Müslümanlarından Sir Iqbal Sacranie ile bir röportaj yaptı. Sir Iqbal'e kulak verelim:

Peygamber kişi huzur üzerinde olsun, Müslüman dünyasında çok derin bir saygı görür. Bu kelimelerle anlatılamayacak bir sevgi ve muhabbettir. Ailenizin, sevdiklerinizin, çocuklarınızın ötesindedir. Bu inancın bir parçasıdır. Ayrıca hiç kimsenin peygamberin resmini çizmemesini öğütleyen bir öğretisi vardır.

Mueller'in incelemesine göre:

İslam'ın değerleri diğerlerininkini bastıracak türdendir ki  müridleri bunu böyle kabul eder; tıpkı tek yolun, tek gerçeğin, tek ışığın kendi dini olduğuna inanan herhangi bir dinin mesubunun düşüneceği gibi. Eğer insanlar bir 7. yüzyıl vaizini kendi ailelerinden daha çok seviyorlarsa, bu onlara kalmış, ancak onlardan başka kimse bunu ciddiye almak zorunda değildir. 

Eğer ciddiye almaz ve saygınızı tam anlamıyla göstermezseniz, fiziksel tehditle karşılaşırsınız, hem de orta çağdan beri hiçbir dinin sözüm ona arzu etmediği bir biçimde. Herhangi bir politikayı veya politikacıyı eleştirebilirsiniz, sosyalizme ya da kapitalizme lanetler yağdırabilirsiniz ama konu dine geldiğinde karşılığını çok sert alırsınız, özellikle de İslam'da.

Mueller devam ediyor:

Siz soytarılar eğer bir noktada dahi haklıysanız, karikatüristler her halükarda cehenneme gidecekler, peki bu sizin için yeterli değil mi?

Arap medyasının klişe Yahudi karşıtı karikatürlerini yayınlamakta gösterdiği gönüllülük arasındaki zıtlığı fark etmemek imkansız, Danimarka'daki karikatür krizinden sonra yapılan bir gösteri sırasında, siyah çarşaflara bürünmüş bir kişinin "Tanrı Hitler'i korusun" pankartı taşımasını da öyle. Kendilerini "ılımlı İslamcı ya da ılımlı Müslüman" gösteren kimseler diyebilirler ki "o kişi provakatör olarak göstericilerin arasına sızdırışmıştır." Peki sormak isterim, İslam'a yapılan saygısızlığa bu derece karşı çıkan ve o karikatüristi orada yakalasa linç edecek bir topluluk, konu başkasının kutsalına geldiği zaman neden aynı tepkiyi göstermiyor? (bamq)

Dini diğer siyasi görüş ya da herhangi bir felsefe ya da öğretinden çok daha kalın bir kalkanla korumanın bir sonucu olarak; tüm politikacılar yüzlerinin saygısız karikatürlerine alışmalı ve hiçkimse onları savunmak için ayaklanmamalıdır. Ancak din söz konusu olduğunda, bizden böylesi eşsizi ayrıcalıklı bir özveri beklenmektedir.

 Not: İşte dinin ayrıcalığını vurgulayan bir diğer tuhaf örnek. 21 Şubat 2006'da Birleşik Devletler yüksek mahkemesi herkesin uymak zorunda olduğu, halüsinasyon etkisi yapan ilaçların alınmamasını dikte eden bir kanundan New Mexico'daki bir kilisenin muaf tutulması kararını aldı. Centro Espirita Beneficiente Uniao do Vegetal'in (Brezilya'da Amazon bölgesinde faaliyet gösteren bir Hristiyan cemiyeti) imanlı üyeleri, yalnızca "hoasca çayı" içtiklerinde Tanrı'yı anlayabileceklerine inanıyorlardı ki bu çay yasa dışı,  halüsinojenik bir madde olan "dimethyltryptamine" içeriyordu. Bu ilacı kullanma hakkını elde etmek için, Tanrı'yı kavrayışlarını arttırdığını söylemelerinin yeterli olduğunun altını çizerim, belgelerle veya ampirik olarak mahkemeye herhangi bir ispat sunulamayan bir neden ile, inanç nedeni ile. Aynı şekilde Hindistan'da da kimi yerlerde dinsel ritüellerde transa geçmelerine yardımcı olduğu için marijuana kullanmak serbesttir, bu hakkı elde ederken öne sürülen tek argüman din ayrıcalığı.

Not2: Bu yazı Danimarka'daki karikatür krizi sonrası kutsal değerlere saygı bekleyen ve İslam'ın hoşgörü dini olduğunu iddia edecek komikliğe ulaşan, üstüne üstlük Danimarka bayraklarını yakan göstericilere ithaf edilmiştir, ironiden anlayan nesiller yetişmesi temennisiyle.

22 Eylül 2011 Perşembe

Bir şeyin farkına sonradan varan Tanrı, görüş değiştiren Tanrı, Tanrı'nın cinsel ilişki konusundaki fikir değişikliği

Kuran'da "Tanrı bildi-anladı ki...(Alime'llahu)" denir.Tanrı'nın neyi bilip anladığı, sonra nasıl bir değişikliğe gittiği, nasıl bir görüş değişikliğine girdiği anlatılır. Komik geliyor değil mi kulağa? Aşağıdaki örnekleri iman gözlüğüyle okumayanlar elbette böyle düşüneceklerdir daha önce bir şeyin farkında olmayan,sonrasında fark eden ama gene kendi kutsal kitabı içerisinde "her şeyi bildiğini iddia eden" Tanrı'nın bu tutumu karşısında. (bkz. Nisa Suresi 176. ayet, Cin Suresi 26.ayet)

Şiilerin bir kesimi "Tanrı görüş değiştirebilir" inancı içerisindedirler. Keysaniyye bu inancı savunur. Kanıt olarak da Ra'd Suresi'nin 39.ayetini gösterirler:

Tanrı dilediğini siler, dilediğini yerine koyar(bırakır ya da yeniden yazar). 

Tanrı'nın görüş değiştirebileceğine inananlara (beda) "El Bedâiyye" denir. (bkz. Muhammed Ali Tehanevi, Keşşafu Istılahati'l - Funun, 1/157)

Şimdi gelin İslam Tanrısı Allah, Bakara Suresi'nde nasıl bir görüş değişikliğine gitmiş, onu inceleyelim. Bakara Suresi 187. ayet:

Oruç gecesinde kadınlarınıza yaklaşmak size helal kılındı. Onlar sizin için birer elbise(örtü olarak da Türkçe'ye çevrildiği görülür), siz onlar için birer elbisesiniz. Tanrı bildi-anladı ki, siz kendinize egemen olamıyorsunuz. O nedenle sizin tövbenizi kabul etti ve sizi bağışladı. Şimdi girişin (yanaşın veya yaklaşın şeklinde çevirileri de vardır) kadınlarınıza artık..."

Olay şu şekilde cereyan etmektedir. O dönemde, bir kişi oruç tutar da, iftar zamanı orucunu bozmadan uyursa, o kimse ne o gece ne de ertesi gün akşama değin orucunu bozabilirdi. Ne yeme ne içme ne de cinsel ilişki. Adamın birinin başına bu durum gelmiştir, yani iftar etmeden uyumuştur. Şimdi, ertesi günün akşamına değin her şey yasak. Adam dayanamaz, gece uyanınca karısıyla yatıp cinsel ilişkide bulunur.Ertesi gün üzgün, durumu gidip Muhammed'e anlatır. Rastlantı bu ya, aynı şey Ömer'in (Halife) başına da gelir. O da dayanamayıp üzgün biçimde açıklar durumu Muhammed'e. Başkalarından da bu tarz durumları işittiğini iddia eden Muhammed de yukarıdaki ayeti yazar (İnananlar için  tabii ki Tanrı, insanoğlunun bu zaafını sonradan fark etmiş  ve önceden koymuş olduğu yasağı kaldırmıştır). (referans: Ebu davud, Kitabu's-Savm/1, hadis no. 2313; Buhari, e-s-sahih/15; Tecrid, 910 no.lu hadis ....... daha çok referans eklemiş sayın Turan Dursun fakat hepsini yazmıyorum, mevzu bahis hadis, Buhari başta olmak üzere İslam dünyasında sağlamlığı garanti edilen tüm yazarlar tarafından onaylanmıştır)

Gene aynı surenin (Bakara) 235. ayetine de bir göz atalım:

Evlenmeye ilişkin istediğinizi kadınlara çıtlatmanızda ya da içinizden geçirdiğinizi saklamanızda size bir günah yoktur. (Çünkü) Tanrı bildi-anladı ki yoğunlaşacaksınız onlara...
İnsanların kadınlara olan düşkünlüğünü sonradan fark eden Tanrı, bunda biraz geç kalsaydı ve Muhammed ölene kadar bunu fark edememiş olsaydı, demek ki ne orucunu bozmadan uyuyakalan insanlar eşleriyle cinsel ilişkiye girebileceklerdi ne de evlenmek için kafaya konulan kadına olan ilgiyi ve evlenme isteğini kadına çıtlatabileceklerdi(!).

Zaman zaman kendi kitabını tabiri caizse "yazma bozma tahtasına" çeviren Tanrı'dan aynı tarz başka bir örnekle devam edelim. (Muhammed'in kişisel istek ve politik gerekliliklerle değiştirdiği ve sorumluluğu Tanrı'nın görüş değiştirmesine bağladığı örnekler Kuran'da nicedir, özellikle mümaşat yoluna gittiği ve gücü eline geçirdiği zaman büründüğü agresif tutum çok önemlidir, çünkü önceden her türlü dini kabul eden İslam Tanrısı Allah daha sonrasında benim katımda tek geçerli din İslam'dır görüşüne dönecektir, hatta inanmayanları kast ederek "onları nerede görürseniz öldürün" küstahlığına bile girecektir. Bunun üzerine  gene bu blogda bir paylaşımda bulunacağım )

 Enfal Suresi 65. ayet:

"Ey peygamber, inanırları, öldürüşmeye (savaşa) kışkırt." dendikten sonra şöyle deniyor: "Sizin sabırlı 20 kişiniz, onlardan 200 kişiyi yener. Sizin 100 kişiniz, kafirlerden 1000 kişiyi yener. Çünkü onlar anlamayan (geri zekalı) bir topluluktur." 

Yukarıda, inanırların kendilerinden sayıca "10 kat" daha çok olan inanmazları yenebileceğini iddia eden Tanrı (iddianın komikliğinden bahsetmiyorum bile). Aynı surenin 66.ayetine göz atalım:

Şimdi, Tanrı sizden (yükü) hafifletti. Bildi-anladı ki (Alime'llahu), sizde bir güçsüzlük vardır. Sizin sabırlı 100 kişiniz, onlardan (yalnızca) 200 kişiyi yenebilir. Sizin 1000 kişiniz, Tanrı'nın izniyle, onların 2000  kişisini yener. Tanrı sabredenle birliktedir.

(Matematiği zayıf olanlar için içler dışlar çarpımıyla 1000'e 2000 sonucunu da belirtiyor, 1000'i 2 ile çarpamayan inanırların 4500'e 9000 sonucuna nasıl ulaşabilecekleri de merak konusu aslında)



Turan Dursun'un 2000'e Doğru dergisinin yıl 3 47. sayısında 19 Kasım 1989 tarihli yazısı ve 48. sayısında 26 Kasım 1989 tarihli yazısının harmanlanmış, sadeleştirilmiş ve bazı kısımların eklenişiyle sunulmuş halidir.

21 Eylül 2011 Çarşamba

Einstein'ın Tanrı Anlayışı / Metaforik ve Panteistik İnanç

Dünya' nın yetiştirdiği en büyük dehalardan olduğu çoğunluk tarafından kabul gren Einstein, malesef bazı kimseler tarafından Tanrı inancı olan bir kimse olarak gösterilmeye çalışılmaktadır. "Bakın Einstein bile Tanrı'ya inanıyor" bakış açısının komikliği bir yana dursun, bu yazıda işaret edilen "Hitler de bir ateistti, o zaman ateizm kötüdür" mantığıyla hareket eden bu insanların, Richard Dawkins'in tabiriyle "entellektüel hainliği"dir.

Oklahoma'daki Calvary Tabernacle Association(Amerika'da bulunan bir kilise birliği)'ın kurucusundan Einstein'a gönderilen dehşet verici bir mektup. ( Türk-İslam senteziyle beyni yıkanmış kimi ülkücülerin Kürt ırkına yönelttiği "ya sev ya terket" görüşüyle birebir örtüşmekte.)

Profesr Einstein, Amerika'daki her Hristiyan'ın size karşılık vereceğine inanıyorum, Tanrımıza ve onun oğlu İsa peygambere olan inancımızdan vazgeçmeyeceğiz ancak, eğer bu milletin Tanrısına(!) inanmıyorsanız sizi geldiğiniz yere dönmeye davet ediyoruz. Bütün gücümle İsrail'e faydalı olmak için her şeyi yaptım ve sonra sen kafir dilinden çıkan tek bir söz ile geldin, halkını incitmek için ve sonrasında Yahudi karşıtlığını topraklarımızdan atmak için İsrail'i seven Hristiyanların bütün çabalarını baltalamak için. Profesör Einstein, Amerika'daki her Hristiyan size derhal yanıt verecek, saçma ve boş evrim teorini al ve geldiğin yere, Almanya'ya geri dön ya da terk etmeye zorlandığın ana vatanından geldiğin zaman seni hoş karşılayan insanların inancını yıkmaya çalışmaktan vazgeç. 

Bu dehçet verici mektuptaki düşünceleri sanıyorum ki herhangi bir dine inanan insanların büyük çoğunluğunun da onaylaması pek mümkün değildir, bu görüşleri destekleyenler azımsanmayacak çoğunlukta ise vay halimize zaten. Biz Einstein'cı inancın ne olduğuna dönelim. Einstein'ın herhangi bir Tanrı inancının olmadığı açıktır fakat makale ve yazılarında geçen Tanrı kavramını netleştirelim de bu kendini kurnaz sanan insanların yalanları da ortaya çıkmış olsun.

Din ve Tanrı genel geçer tanımıyla doğa üstüdür, Einstein'ın panteistik görüşlerini, "super natural" sıfatında ve bizi yaratan, kontrol eden, dualara yanıt veren Tanrı görüşüyle ayırt etmemiz gerekmektedir.



Einstein diyor ki:

Tecrübe edilebilecek herhangi bir şeyin arkasında aklımızın kavrayamayacağı bir şey olduğunu ve bunun güzelliğini ve de haşmetinin bize yalnızca dolaylı bir yolla ve zayıf bir yansıma olarak ulaştığını hissetmek dindarlık ise, bu anlamda ben de dindarım.
 

Şimdi de Carl Sagan'a kulak verelim:

...Tanrı eğer sadece ve sadece  kainata hükmeden fiziksel kanunlar serisiyse, o halde böyle bir Tanrı'nın varlığı çok açıktır. Bu Tanrı duygusal yönden tatmin edici değildir... yer çekimi kanununa dua etmenin pek anlamlı olduğu söylenemez.

Bu fizikçilerin Tanrı kelimesini kendilerine özgü mecazi anlamlarda kullanmaktan sakınmalarını dilerdim. Bu fizikçilerin metaforik ya da panteistik Tanrısı, İncil'in, rahiplerin, molla ve hahamların ve de Katolik kilisesi'nin değişmez kurallarının, müdahele eden, mucizeler yaratan (mucizenin doğa üstü olması gerekmektedir, dolayısıyla doğa kurallarının doğa üstü bir mucize yaratmasından zaten söz edilemez), düşünceleri okuyan, günah cezalandıran, dualara yanıt veren Tanrısından birkaç  ışık yılı uzaktadır. Bu ikisini kasıtlıca karıştırmak entellektüel hainliğin daniskasıdır.

Kuran'da İnsan İradesi

İrade, karşıya çıkan seçeneklerden birini seçmedir ya da seçebilme gücüdür, bu ifade İslam'ın kelamındaki anlamına da oldukça uygundur. "Cüz'i irade" de, "külli irade"nin, yani olumluyu ve olumsuzu birlikte içine alan iradenin bu iki yandan yalnızca birine yöneltilmesi, yani bir şeyi yapma ya da yapmama yönlerinden birini seçmedir.

Ne var ki, Kuran ayetlerinin hiçbiri yoruma yer kalmayacak biçimde açık anlatımlarına göre, insanın böyle bir seçim yapabilmesi, "Tanrı'nın iradesi"ne, "Tanrı'nın dilemesi"ne bağlıdır.


İnsan suresi 30.ayet ve Tekvir suresi 29.ayet:

"Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz."

Bu ayetlerin açıklamasıyla insana, bir şeyi yapma ya da yapmama özgürlüğü şöyle dursun, bir şeye yönelme, bir şeyi dileme, isteme özgürlüğünün bile verilmediği net bir biçimde anlatılıyor.

En'am suresi 39.ayet:

"Allah kimi dilerse onu saptırır ve kimi dilerse onu doğru yola koyar."

Yunus suresi 99.ayet:

"Ey Muhammed! Rabbin dileseydi, yeryüzünde insanların hepsi inanırdı."

Secde Suresi 13.ayet:

"Biz dilesek herkese hidayet verirdik. Fakat cehennemi tamamen cin ve insanlarla dolduracağıma dair, benden söz çıkmıştır."

En'am suresi 125.ayet:

"Allah kimi doğru yola koymak isterse, onun kalbini İslamiyet'e açar. Kimi de saptırmak isterse, göğe yükseliyormuş gibi, kalbini dar ve sıkıntılı kılar. Allah inanmayanları küfür karanlığında bırakır."

En'am suresi 149. ayet:

"Üstün delil Allah'ın delilidir. O dileseydi hepinizi doğru yola eriştirirdi de."

Ahzab suresi 17.ayet:

"De ki: 'Allah size bir kötülük dilese veya bir rahmet istese, sizi O'na karşı kim savunabilir?"

Fetih suresi 11.ayet:

"Allah size bir zarar gelmesini dilese, O'na karşı kimin bir gücü yeter?"



Kuran'da bu doğrultuda birçok ayet ve ayet hükmü vardır. İslam kelamcısı, "Tanrı dilediğini yapar. (Hud suresi, 107.ayet)" ilkesini benimsemiştir. Tanrı dilerse insan iradesini iyiye, dilerse kötüye yöneltir. Anlatılan bu. Bu benimsenince de insan iradesi ve aklı havada kalıyor.

Farklı mezheplere göre insan iradesine olan bakış değişmektedir, birçok mezhebe göre (bkz. Cebriyye, Eş'ari vb) insan "cansız varlıklar" konumuna getirilmiştir. Mutezile mezhebi biraz daha çok gösterir insan iradesini kurtarma çabasını ama Kuran'ın Tanrısı'nın ayetlerdeki sözleri karşısında, insan iradesini kurtarmaya yönelik hiçbir çaba hiçbir işe yaramaz.

Yüzyıl
9 Eylül 1990, yıl 1, sayı 6

Turan DURSUN

not: Bilmeyenler için not düşmek istedim, İslam jargonunda "cüzi irade" kulun belirli sınırlar çerçevesinde dilediğini seçebilmesidir (ki yukarıdaki yazıda görüyorsunuz ki pek de var olan bir kavram değildir aslında), külli irade ise Tanrı'nın iradesidir.

20 Eylül 2011 Salı

Nobel ödüllü fizikçi Steven Weinberg'den Tanrı üzerine

Bazı insanların öylesine geniş, öylesine esnek Tanrı görüşleri vardır ki her nereye bakarlarsa baksınlar Tanrıyı bulacaklarına hiç şüphe yoktur. Onlara sorduğunuzda, "Tanrı en büyüktür" ya da "Tanrı bizim en üstün yaradılışlı halimizdir" ya da "Tanrı kainattır" diyeceklerdir. Elbette, tıpkı diğer kelimelerde olduğu gibi Tanrı kelimesine de istediğimiz anlamı yükleyebiliriz. Eğer "Tanrı enerjidir" demek isterseniz, onu bir avuç kömürün içinde de bulabilirsiniz.

Nobel ödüllü fizikçi Steven Weinberg




Bir sonraki yazıda gene Steven Weinberg gibi Yahudi göçmen bir aileden gelmesine rağmen Tanrı inancı olmayan Einstein'ın dine bakıç açısını paylaşacağım.

Allah ne kadar büyük? - İslam'da Tanrı Anlayışı / İslam'da kadın erkek ayrımcılığı

 İslam'ın Tanrısı olan Allah'ın Adem'i kendi suretinde yarattığını anlatan hadislere bakabiliriz. Muhammed açıklıyor:

"Tanrı Adem'i kendi suretinde yarattı. O sırada Adem 60 zıradır. (bir zıra = dirsekten orta parmak ucuna kadar 75 cm, 90 cm arasında değişiyor. 60 zıra = 45m ila 54m arası )

Kendi suretinde, yani Tanrı'nın suretinde. Bir hadiste de Adem'in Rahman'ın (Rahman Tanrı'nın bir adıdır) suretinde yaratıldığı açıklanır.

Bir insanın - bu insan Adem de olsa - 45 - 50 metre boyunda olamayacağı açık. Yani gerçek anlamıyla bilimin hiçbir dalı bunu kabul etmez. Kuran'ı, hadisleri, kısacası dini zaten genel olarak bilim ile bağdaştırma çabası boşunadır.

hadisler için referanslar: Buhari, e's-Sahih, Kitabu'-İstizan / 1. Tecrid, hadis no. 1367; Müslüm, Kitabu'l - Cenne/28, hadis no. 2841

--------------------------------------

Birçok din gibi İslam da insan biçimcidir (antropomorfizm). Burada ister istemez bir düşünürün sözlerini anımsıyoruz: Elea Okulu'nun en eski filozofu Xenophanes (MÖ 570-485): "Ethiob'lu (kara) bir adam, Tanrı'yı kara sanır. Bir Trakyalı Mavi gözlü görür. Öküzler ve atlar da bir Tanrı düşünebilselerdi, kendi biçimlerinde görürlerdi. (Ref.)

Ref. Cemil Sena, Tanrı Anlayışı, RK Yayınları, İstanbul, 1978, s.110)

-----------------------------------
Kişisel eklemem: Ataerkil arap toplumunda ortaya çıkan İslam'ın tanrısının "Allah BABA" olarak anılması ve insanoğluna "ademoğlu" (mankind) demesi de şaşırılmayacak bir meseledir.

Bakara Suresi'ne bakarsak göreceğiz ki "erkeklerin derecelerinin kadınlardan üstün olduğu açıklanmıştır. Nisa Suresi'nde de aynı şekilde tanrının erkekleri kadınlardan üstün yarattığı belirtilir ve kadınlarının kendilerine başkaldırmasından korkan erkeklere "onları (kadınlarınızı) DÖVÜN" buyurulmuştur.

Nisa suresinin o meşhur 34. ayeti ile ilgili ekşi sözlük'ten bir entry ile bitirmek isterim yazıyı.

Kuran ile ilgili her seyde oldugu gibi bunda da "tercumesi hatali" diye siyrilmaya calisilir. arapca bizim anladigimizdan kapsamli ve co$kulu bir dil.

allahtan, soz konusu olan bir hadis degil. yoksa ilk once "o hadis hatali" bahanesi gelirdi. hadisin orjinalligini ispatlama odevi de ittirilirdi.
(wookiert, 20.03.2010 17:07 ~ 17:08)

Din üzerine 4 isimden 4 görüş

İslam'ın toplumumuzda bin yıllık bir tarihi var, ama insanlarımız İslamı da diğer dinleri de bilmiyor. Toplumumuzun bin yılını etkileyen bir ideoloji aslında çok yüzeysel tanınıyor. Toplumumuzun bilincine ancak kalıplarla, törensel davranış biçimleriyle sokuşturulmuş bir İslam var. Tartışılamayan bir ideoloji dolayısıyla öğrenilemiyor da. İslam yüzyıllar boyunca feodal hakim sınıflar içinde, ulema arasında, medreselerde dar bir çevre içinde sıkışmış kalmış. Geniş halk kitleleri ise, İslam'ı o Arapça duaları anladığı kadar öğrenmiş, yani öğrenememiş.

Doğu Perinçek

Ortadoğu'nun tek tanrılı dinleri olan Musevilik, Hristiyanlık ve İslamiyet'e baktığımız zaman, ortak bir payda saptıyoruz. Her üç din de belli tarihsel dönemlerde, birbirine yakın mekanlarda, belli toplumların sınıflara bölünmesine, özel mülkiyeti kurumlaştırmalarına, ticaretin ve meta ekonomisinin gelişeceği bir düzeni gerçekleştirmelerine yönelik ideolojik iklimi yaratmışlardır.

Daha güzel bir dünyanın, daha özgürlüklü dünya olmadan gerçekleşemeyeceği açık. Daha özgürlüklü bir dünyanın kurulabilmesi için de tabuların yıkılması gerekli. Her türlü tabu yıkılmalı. En başta da dinlerden ve inançlardan kaynağını alan tabular. Özgürlükleri bağlayan her türlü zincir kırılmalı.

Akıl ve bilim, aydınlık kesimdedir. Din ve imansa karanlık kesimde. Aklın ve bilimin ölçüleri bellidir, gözlem vardır, deney vardır, nesnellik vardır. Yolu ışıklandıran da bunlar. Din ve imandaysa bunlar yoktur Karanlığı da bundan.

Turan Dursun

Nerede ki akıl özgürdür ve egemendir, orada din adamına yer yoktur.

Voltaire (18.yy)

Gerçeklere din kitaplarıyla değil akıl yolu ile erişilebilir; din verilerini akılcı temele dayatmak gerekir. Ancak bu suretledir ki, din kitaplarındaki akla ve vicdana aykırı hükümler giderilebilir. Tüm insanlar arası sevgiyi ve kardeşliği sağlayabilmek için "korkutucu ve keyfi" Tanrı fikri yerine "iyilik Tanrısı" fikrini yerleştirmek gerekir.

Abelard (12.yy)

Richard Dawkins'in Tanrı Yanılgısı isimli kitabından

Richard Dawkins'in Tanrı Yanılgısı (The God Delusion) isimli kitabından alıntılar. Elimden geldiğince basitleştirerek özünü aktarmaya çalıştım.

"Yanılgıdan bir kişi acı çekiyorsa, buna delilik denir. Yanılgıdan birçok insan acı çektiğinde ise buna Din denir." 
Robert M. Pirsig, Zen ve Motosiklet Bakımı'nın yazarı.

Richard Dawkins kitabın ismine yönelik "yanılgı" sözcüğünü teknik bir terim olarak kabul eden bazı psikiyatristler tarafından yapılan eleştirilere ise Penguen İngilizce Sözlüğü'nü kullanarak yanıt veriyor. "Delusion" kelimesi "yanlış inanç veya izlenim" olarak tanımlanmış. Şaşırtırıcıdır ki, sözlüğün sunduğu örnek cümle Philip E. Johnson tarafından gelmiş:

"Darvincilik, insanlığın, kaderini kendisinden daha büyük bir gücün kontrol ettiği yanılgısından kurtulmasının hikayesidir."

------------------------------------

1999'da yapılan bir kamuoyu araştırmasında Amerikalılar'a, iyi donanımlı bir kadına (%95), Katolik'e(%94), Yahudi'ye(%92), siyaha(%92), Mormon'a(%79), homoseksüele(%79) veya ateiste(%49) oy verip vermeyecekleri soruldu. Açıkçası katedecek çok yolumuz var. Ancak çoğunlukla sanılanın aksine, ateistlerin sayısı çok daha fazladır, özellikle de eğitimli ve elit tabaka arasında.

Birçok insanın atestlerin bu kadar fazla olduğunu fark etmemesinin sebebi çoğumuzun "ortaya çıkmaya" isteksiz olması yüzündendir. Hayalim bu kitabın insanların ortaya çıkmasına yardım etmesidir. Aynen Gay hareketinde olduğu gibi, ne kadar çok insan ortaya çıkarsa, diğerleri için onlara katılmak o kadar kolay olacaktır.

Bu noktada eklemek istediğim bir nokta var. Eğitim seviyesinin yüksekliği ile metafizik güçlere (Allah, Manitu veya herhangi bir tanrı figürü olabilir) inanç arasında bir ters orantı olduğu ortadadır. Bunun yanında teknolojinin ilerlemesi ile de inançlar yok olmaya doğru gitmektedir. 100 yıl öncesini düşünelim, din konusu genetikmişcesine anne ve babadan çocuklara geçmekte malum, Hindistan'da doğduysanız ve aileniz dahil büyüdüğünüz çevrede herkes aynı inanca sahip ise kuvvetle muhtemel inandığınız Hinduizm'in doğruluğundan sizi şüphe ettirecek herhangi bir uyartı yaşamazsınız. Çocukları dine inandırma gibi bir beyin yıkamanın eğitim olarak kabul edildiği günümüzde dinlerin hala yaşamasına vesile olmak aslında çocukların zihinsel istismarıdır diyor Richard Dawkins kitabın sonlarına doğru, başarılı örneklerle de bu düşüncesini destekliyor. Fırsat buldukça bu çarpıcı fikirleri paylaşmayı istiyorum. Şimdilik teknolojinin dinlere nasıl bir darbe vurduğundan bahsetmeye devam edeceğim. Artık iletişim çağında yaşıyoruz, tabii önceki dönemleri referans aldığımızda bağıl bir ifadeyle bunu söyleyebiliyorum. Artık Dünya'nın bir çok yerine seyahat edip, insanların ne tarz inanışlara sahip olduğunu ve herkesin kendi inandığı şeyin en doğrusu olduğunu iddia ettiğine şahitlik ediyorsunuz. İşin acı tarafı, kişisel bir örnekle desteklemek istiyorum, küçükken beni en son ve en doğru din olan İslam inancına sahip Türkiye'de dünyaya getirdiği için Allah'a şükrederdim. Başka bir inanca sahip bir yerde doğsaydım ve kişisel erdemlerimi kullanıp tek doğru yolun İslam olduğunu fark edemeseydim cehenneme gidebilirdim. E bu da hayli kötü olurdu, Allah muhafaza!
 
Gelin bundan sonra Müslüman çocuk, Budist çocuk gibi ifadeler kullanmayalım. 13 yaşındaki bir çocuğun liberal ekonomiyi savunması, nihilist olması veya feminist olması durumu kulağa ne kadar abzürt geliyorsa, bu fikirleri destekleyebilmek için çocukların yeterli bilgi ve kültür birikimine sahip olamayacaklarını göz önünde tutabiliyorsak, çocukların herhangi bir dine mensup olamayacaklarını da idrak edebiliyor olmamız gerekir. Komünist çocuk ifadesi de, kemalist çocuk ifadesi de ve hristiyan çocuk ifadesi de kulağa aynı derecede saçma gelmelidir, inanç dışındaki değerlerin her ne kadar inanç kadar doğruluğu ispatlanamayacak metafizik öğeler olmamasına rağmen!

Bu yazıyı Albert Einstein'dan bir alıntı ile bitirmek isterim.

Kafamda insan suretinde bir Tanrı canlandırmaya çalışmam; dünyanın yapısı karşısında, onu kavramaya yetersiz algılarımızın el verdiği ölçüde huşu duymak yeterlidir.

P.s. Keşke Einstein günümüzde yaşasaydı da havvaoğlunun(adem oğlu demedim farkındaysanız) meta aleme olan merakını gidermede bilimin en büyük temsilcisi Kuantum fiziğine büyük katkılar sunabilseydi.