5 Ekim 2011 Çarşamba

Bülent Ecevit'e: Aydın kişi değiştiricidir

Sayın Turan Dursun, "Ünlülere Mektuplar" isimli kitabında, çoğunluğunu politikacılara ya da parti genel başkanlıklarınına gönderdiği mektuplarının bazılarını derlemiş ve yayımlamış. Bu mektupların muhattapları arasında Süleyman Demirel, Erdal İnönü, Bülent Ecevit, Melih Cevdet Anday, Kemalist Ülkü Dergisi, İlhan Selçuk gibi isimler de var. Hepsini burada teker teker paylaşmam elbette büyük emek ve vakit istiyor, ben en çok ilgimi çeken mektupların bazılarının tamamını bazılarını ise kısım kısım paylaşacağım bu blogda.



Bülent Ecevit
DSP Genel Başkanı,

Hemen belirtmeliyim. Senin için, sol kesimi ele alarak, "böldü" diyenlerden değilim, "öldü" diyenlerdenim. Verdiğin ödünlerle öldün sen. Çağa, ileriye gözlerini yumdun, din ve gelenekler kesimini seçtin. Politika için üzerinde bulunur göründüğün çizgini yedin.

"En büyük halk değil, en büyük Allah" dedin. Eridikçe eridin, tükendikçe tükendin. Ve öldün. Kokuyorsun da artık. Ama bu ölülük ve kokuşmuşluk içinde bile sende, - pek az da olsa- dirilme olasılığı gördüğüm, belki de görmek istediğim için bunları yazıyorum.

Senden en son aktarılanlardan: "Halka ters düşmemek koşuluyla laikliğe bağlıyız".Ya da bu anlamda. Ülkemizde çapı, düzeyi belli politikacı bunu söyler. Gerçek anlamda laikliğe bağlı ve çağdaş aydının böyle bir şey söyleyemeyeceğini sen de bilirsin. Laiklik ilkesini benimsemiş kimse, bir koşula bağlamadan bu ilkeyi benimsediğini ortaya koyar. Hele "halkın dini duygularına", "halkça benimsenegelmiş inanç ve geleneklere ters düşmemek" koşuluna hiç bağlanmaz. Böyle bir koşula bağlanılsaydı hiçbir yerde hiçbir topluma getirilemezdi. Bu ilke, toplumdaki dine, inanca ve geleneğe RAĞMEN benimsenip getirilmiştir, ters düşerek!

İslam'ın içinde şeriat da var, dahası; şeriat, İslam'ın ta kendisi. Öyleyken, "ters düşmeden" laiklik ilkesini nasıl savunursun?

Kaldı ki, bu konuda ters düşmeden kaçınan kişi çağdaş olamaz, aydın olamaz. Aydınlar adı verilen "sürü"ye katılmış olsa bile. Çağdaş ve aydın kişi dinamiktir, değiştiricidir. Değiştirmelerse, ters düşmeden olmaz.Değişmeden ve değiştirmeden yana olan kimse, dinin ve geleneklerin değişmez kalıpları içerisine girmez, girerse işlevini üstlenemez. Gerektiğinde, kalıplara, kurallara meydan okur. Doğaldır ki, bu arada birçok ters düşmeler, incinmeler, incitmeler olur, kaçınılmazdır bu.

Sen bunları bilmez olur musun?

Erdal İnönü'ye

Sayın Turan Dursun, "Ünlülere Mektuplar" isimli kitabında, çoğunluğunu politikacılara ya da parti genel başkanlıklarınına gönderdiği mektuplarının bazılarını derlemiş ve yayımlamış. Bu mektupların muhattapları arasında Süleyman Demirel, Erdal İnönü, Bülent Ecevit, Melih Cevdet Anday, Kemalist Ülkü Dergisi, İlhan Selçuk gibi isimler de var. Hepsini burada teker teker paylaşmam elbette büyük emek ve vakit istiyor, ben en çok ilgimi çeken mektupların bazılarının tamamını bazılarını ise kısım kısım paylaşacağım bu blogda.

(Mektup, SHP partisi tarafından "iktidara gelirsek Türk Ceza Yasası'nın 163. maddesinin kaldırılmasına yönelik verilen söz üzerine yazılmıştır. Zamanında TCK/163. madde, laikliğe aykırı olarak, devletin sosyal veya ekonomik veya siyasi veya hukuki düzenini bozmak isteyen faaliyetlere karşı konulmuştur, tam metnine internetten ulaşılabilir. bamq) Mektup, 163. maddenin kaldırılmasının niçin sakıncalı olduğunu 4 ana madde altında toplayarak anlatmış, bunlar; hukuksal yönden, çağdaşlık yönünden, demokrasi ve özgürlük yönünden  ve de eğitim ve sorumluluk yönünden olmak üzere düzenlenmiştir.

                                                                                                          11 Aralık 1988, Ankara 

SHP Genel Başkanlığı'na,

Çağdaşlık yönünden: Laiklik, çağdaşlığın can damarıdır. İleri çağdaş dünya, bakmıştır ki dünyada ve yaşamda her şey değişiyor, gelişiyor. Dindeyse temel olan, değişmezliktir. Yaşam akıp giderken, din durağanlık ister. Din kuralları sonlu ve sınırlıyken, yaşam gerekleri sonsuzdur. Her an değişen, gelişen ve sonsuz olanları; belirli, katı, sınırlı kalıplar içine sığdırmanın yolu yoktur. Zorlamalarsa, insanların, toplumların gelişmelerine engeldir. Ne denli zorlamalı yorumlar yapılırsa yapılsın, din kurallarına bağlı olarak yaşanamaz, yaşansa dahi ilerleme sağlanamaz. Bin yıllık ya da binlerce yıllık giysi, orasından burasından yamanıp genişletilse bile, her geçen gün biraz daha gelişip büyüyen bir gövdenin giysisi olamaz. Bu nedenle kendi giysisini kendi yapma yoluna gitmiştir çağdaş dünya. Kendi yasasını kendi yapmıştır. Türk Medeni Kanunu'nun gerekçesinde de bu dile getirilir. Sonra çağdaşlık, akıl ve bilim yolunda bulmayı gerektirir. Ne denli yutturulursa yutturulsun bir gerçektir ki, din yolu başkadır, akıl ve bilim yolu başkadır. Birinci yolda egemen olan imandır, görünmeyen güçlerdir, gökselliktir, öbüründe egemen olan ise; deneydir, gözlemdir ve akılla değerlendirebilmedir. 

Demokrasi ve özgürlük yönünden:  Demokrasi, şeriat düzeninde hayatta kalamaz. Demokrasi, bilindiği gibi aralarında hiçbir ayrım gözetmeksizin tüm yurttaşların katılacağı yönetim (hükümet) biçimidir. Demokraside belirleyici ve egemen olan halktır, toplumdur. Şeriat düzenindeyse belirli ve egemen olan göksellik yutturmacasıdır. Yutturulan Tanrı ve aracısıdır. (elçisidir, peygamberidir, bamq)(Atatürk'ün TBMM konuşmasında, devletin, gökten indiği sanılan kitaplarla yönetilemeyeceği konusundaki ifadesini hatırlayınız,bamq)

Dinler, yaşamın her kesitine ilişkin olarak, binlerce yıllık ilkel hukuklarıyla ortaya atılmış bulunuyorlar. Özellikle İslam, İslam şeriatı. İnsanlığa, dahası toptan insanlığa "elini yönetimden çek, akıl yürütme, ben yöneteceğim" der. "Tanrı adına yöneteceğim" der. Daha da kötüsü, İslam, kendinden başka hiçbir dini tanımaz. Kuran'da açık seçik, "Tanrı katında tek geçerli din İslam'dır" der, bkz. Al İmran Suresi, 19. ayet). "İnanmayanları bulduğunuz yerde öldürün" der (bkz. Tevbe suresi, 5.ayet)

Cüce politikacılar, akılları sıra taktik kullanıyorlar, ittifak yoluna gidiyorlar. Karanlıkla, öldürme sistemiyle, özgürlük düşmanlığıyla ittifak olunmaz. Bunlara karşı ittifak olunur. Bu tür cücelerin taktiklerinin acısını İran'dakiler çekmiştir ve çekmeye devam etmektedirler. (not1)

Nasıl bilinemez ki şeriata dayalı düzeni getirme girişimlerine evet demek, bir "inanca özgürlük verme işi" değildir? Adına iman denen "ilkel çılgınlığa bağımlılık"la sürüklenen bir eylem işidir. Yahudiliği de bu açıdan ele almak gerekir. İsrail'in acımasızlıklarının en temel kaynaklarından birini görmek için... Yahudilerle savaşırken İslam radikalistlerinin giriştikleri terörle de, en başta İslam terörüne dayalıdır. Tevrat açıldığı zaman, geçmişe ilişkin bölümleri, Yahudilerle Filistin arasında geçtiği anlatılan olaylarla doludur. O zamanlarda da kaynak "din terörü"ydü.

Eğitim ve sorumluluk yönünden: 1982 anayasasının 24. maddesi, din derslerini zorunlu duruma getirmiştir. Bu, insanlarımız için utanç vericidir, kolay kolay silinemeyecek bir lekedir. (darbe anayasasını, faşistlerin anayasasını değiştirelim diye bas bas bağıran akp yönetiminden beklenen bu maddenin de artık yürürlükten kaldırılmasıdır, Recep Tayyip Erdoğan ancak bu şekilde laikliği desteklediği yönünde kamu oyu gözündeki imajını düzeltebilir, bamq)163. maddenin kaldırılması ile daha da dinileştirilmiş, imanlılaştırılmış bir anayasa oluşacaktır. Cumhuriyet Devrimleri'nin kötüleyen propagadanlar ortaya çıkacaktır. 

Binlerce yıllık ilkellikleri, bugünkü ve gelecek kuşaklara aşılamak ya da bu aşıya izin vermek ne büyük bir sorumsuzluktur. Tarihin en gerici yönetimlerinden birini - İslam nedeniyle - kurup yaşatmış olan Osmanlı yönetiminde bu aşı yeterince yapılagelmiştir. "Toprak" (kast edilen hukuk kültürü ve yılların getirdiği kafa yapısıdır, bamq), bugün bu eğitim için son derece elverişlidir. Osmanlı döneminden kalma değer yargıları, gelenek ve görenekler, bir şeriatçı akıma, şeriat düzenine her daim yardımcıdır. Üstelik, tarihimizde ilk kez,  güçlü bir ekonomik tabanı olan bir "İslam Cemaati" meydana gelmiştir. İslamcı ortaklıklar ve vakıflar, tüyler ürpertici güçtedir. Bunların da desteğiyle, İslam'ın "iktidar"a gelmesi az bir olasılıkta değildir. Politika, oy ve çıkarın için bugünün ve yarının insanlarının dünyasını karartma yolunda adım atmadan önce düşünmelisin bay politikacı!!!



not1: İran'da Humeyni ihtilalinde Şeriat destekçileri, İslam'ın "hile" yöntemini benimsemişlerdir. Dahası için bkz. Şeriat Tanrısı'nın Hilesi

30 Eylül 2011 Cuma

Tanrı'nın Bir Cezası: Maymuna veya Sıçana Dönüştürmek

6 gün önceki yani 24 Eylül 2011 tarihli yazıda İslam'ın Tanrısı Allah'ın "öc alıcı" bir Tanrı figürü olduğundan bahsedilmiş, sıfatlarından birinin de Züntikam olduğu belirtilmişti. (bkz. Al-i İmran suresi 4.ayet, Maide suresi 95. ayet, İbrahim suresi 47.ayet, Zümer suresi 37.ayet). Bahsi geçen yazı için: İnandırmak için Ant içen ve Öc alıcı Tanrı

Öc alma amaçlı verilen cezalardan, mesela bir tanesi de İnsanı Maymuna Dönüştürme Cezası

"Ey Yahudiler! İçinizden cumartesi günü azgınlık edenleri elbette biliyorsunuz. Onlara aşağılık birer maymun oldunuz dedik. Bunu, çağdaşlarına ve sonradan geleceklere bir ceza örneği(ibret) ve Allah'a karşı gelmekten sakınanlara ders olsun diye yaptık."  (Bakara Suresi, 65. ve 66. ayetler)

Aynı ayetin gerçek dışılığı www.agnostik.org'un da dikkatinden kaçmamış.

Olayın özeti şudur, cumartesi günü iş yapmak yasak ve bu yasağı çiğneyenler Tanrı tarafından cezalandırılmış, hem de maymuna dönüştürülerek. Olayın daha detaylı açıklaması, Diyanet'in resmi çevirisine göre, Araf suresi 163. ayette açıklanmakta:

"Ey Muhammed! Onlara deniz kıyısındaki kasabanın durumunu sor. Cumartesi yasaklarına tecavüz ediyorlardı. Cumartesi balıklar sürüyle geliyor, başka günler gelmiyorlardı. Biz onları (kasabalıları), yoldan çıkmaları sebebiyle böylece deniyorduk."

Aynı surenin (Araf) 166. ayeti de şöyle diyor:

"Kendilerine edilen yasakları aşınca, onlara "Aşağılık birer maymun oldun!" dedik."

- Bir yandan cumartesi günleri çalışmayı, balık tutmayı yasaklarken; öbür yandan da balıkları cumartesinin dışındaki günlerde tutulabilecek yerlerden uzaklaştıran bir Tanrı.
- Kasabalılar bakarlar ki, balıklar cumartesi günleri sürüyle gelirken başka günler hiç mi hiç gelmiyor! Ne yapsınlar? Geçimleri de balıktan. Dayanamayıp yasağı çiğnerler, cumartesi günleri balık avlarlar.
- İşte bunun üzerine Tanrı öfkelenmiştir. Yani cumartesi yasağını çiğneyip, sınavı geçemediler diye. Aynı Tanrı, oyuna gelen kasabalıları en ağır biçimde cezalandırılmış; onları aşağılık maymunlara çevirmiştir.

not: İnsanların başlarına gelen kötü durumların ve özellikle fakirlik ve köleliğin Tanrı'nın sınavı olarak nasıl inandırıldığını ilerleyen günlerde detaylı bir şekilde bahsedeceğiz. Bunun yanında, İslam ve Yahudi Tanrısı'nın "hileci" olduğunu, peygamberliğini iddia eden Muhammed'in ve yoldaşlarının da bu hile yöntemini nasıl uyguladıklarını, İran'daki devrim sürecini açıklayan yazı için buyrunuz: Şeriat Tanrısı'nın Hilesi

Bir de sıçanlara dönüştürme cezası var tabii ki. Muhammed şöyle der:

-İsrailoğulları'ndan bir topluluk yitiktir. Ne yaptıkları, başlarına ne geldiği de bilinmiyor. Ben bunların, kesinlikle sıçanlara dnüştürüldükleri görüşündeyim. Bakıp görmez misin ki sıçanların önüne deve sütü konulduğunda hiç içmezler de, koyun sütü konulduğunda içerler. (Hadis için referans: Müslim, e's Sahih, Kitabuz-Zühd/61-62, hadis no 2997)

Demek ki Muhammed'e göre bugün görülen sıçanlar, İsrailoğulları'ndan hayvana dönüştürülenlerden. Muhammed, sıçanların koyun sütü içtikleri halde, deve sütü içmemelerinden bu sonuca vardığını belirtiyor. Peki, sıçanların deve sütü değil de koyun sütü içmeleri neden bu konuda bir kanıt olabilir? İsrailoğulları'nda deve eti ve sütü haramdır da ondan. Yani Muhammed'i sıçanların, İsrailoğulları'nın Tanrı tarafından bu forma dönüştürüldüğü görüşüne İslam peygamberi Muhammed bu şekilde bir mantık yürütmeyle varıyor. Aynı Muhammed, kimi hadislerinde de, İsrailoğulları'nın kertenkelelere dönüştürülmüş olabileceklerini düşünüyor. (Hadis için referans: Ebu Davud, Sünen, Kitabu'l- Et'ıma, hadis no: 3795). (Gülsek mi ağlasak mı?)

Muhammed, kendi ümmetinden de hayvanlara, örneğin maymunlara, domuzlara dönüştürülenler olduğunu ve olacağını açıklar. Ve açıklamasına göre bunlar; zinayı, şarabı, ipekli giymeyi ve çalgı çalıp eğlenmeyi "helal" sayanlardır. (bkz. Buhari, e's Sahih, Kitabul Eşribe, hadis no:1892)




                                                                       2000'e Doğru, 22 Ekim 1989, yıl 3, sayı 43
                                                                                                       Turan Dursun

26 Eylül 2011 Pazartesi

Şeriat Tanrısı'nın Hilesi

Kuran'ın Tanrısı bir takım kasabaları nasıl yok ettiğini uzun uzun anlattıktan sonra sormaktadır.

Onlar Tanrı'nın hilesine karşı kendilerini güvende mi görüyorlardı?
                                                                                                        (Araf Suresi, 99.ayet)

De ki: Tanrı hile yapmakta herkesten daha hızlıdır. (Yunus Suresi 21.ayet). Bunun tam karşılığı olan sözlere, Tanrı'ya yakıştırılamadığı için Diyanet'in resmi çevirisinde kendi anlamının dışında bir anlam verilmiştir. Bu hep yapılır.

Onlar hile yaptılar. Tanrı da hile yaptı. Tanrı hile yapanların en hayırlısıdır. (Al imran suresi, 54.ayet)

Onlar hile-tuzak kurarlar. Tanrı da hile-tuzak kurar. Tanru hile-tuzak kuranların en hayırlısıdır. (Enfal suresi, 30.ayet)

Muhammed de "inanırlar"ını, "inanmazlar"ıyla savaşa yöneltirken şu öğüdü verir: "El-hambu hud'atun=savaş hiledir" (Buhari, e's sahih, Kitabu'l-Cihad/157, Müslim e's sahih, Kitabu'l Cihad/17-18, hadis no.1739-1740). Muhammed bu öğüdü vermekle kalmamış, kendisi uygulamış ve uygulamıştır da. Nicelerini, örneğin bir ozanı, Ka'b ibn Eşref'i hile yaptırarak, tuzak kurdurtarak öldürmüştür. (Buhari'nin de içinde bulunduğu hadis kitaplarında yer alan olay için bkz. Tecrîd, Diyanet Yayınları, hadis no. 1578)

İslam şeriatı tüm dünyayı bir savaş alanı olarak görür. Bu savaş İslam inanırları ve inanmazları arasındadır. Şeriat, güçleninceye dek, "mümaşat" yolunu gütmüştür, yani "birlikte barış içinde yaşama" stratejisini gütmüştür. Bu da bir çeşit hiledir çünkü, güçlendiği zaman iki yoldan birini seçmesini istemiştir insanlardan:

-Ya ölüm
-Ya İslam.

İnanç ve düşünce özgürlüğünün soluğu kesilmiştir o zaman. İslam hiçbir dini din olarak tanımamaya başlamıştır.

Muhammed ve yoldaşları güçlenmeden önce:

Senin dinin sana, benim dinim bana. (Kafirun suresi, 6.ayet)

Dinde zorlama yoktur. (Bakara Suresi, 256.ayet)

Muhammed'in işleri iyi gidip(!) politik ve toplumsal gücü eline geçirdikten sonra:

Tanrı'nın dininden başka bir din mi istiyorlar? Kim İslam'dan başka bir din isterse, onunki kabul edilmeyecektir hiçbir zaman. Tanrı katında din, kuşkusuz ki İslam'dır.

İslam Tanrısı'nın sözlerini ilettiği iddia eden Muhammed'in bakın ulaştığı küstahlığa:

Onları(inanmazları, size karşı savaşanları diyere çevirmekle ayeti kurtarmak zordur) nerede bulursanız öldürün. (Bakara suresi, 191. ayet, Nisa suresi 89 ve 91.ayetler; Tevbe suresi, 5.ayet)

Bakara suresi 191. ayet, Hizbullah gibi İslam'i terör örgütlerinin dayanak noktasıdır.

İran'da mollalar, Şah'a karşı, sol kesimle "mümaşat yapmıştır". (barış içinde birlikte yürümüş, Şah'a karşı birlikte savaşmıştır). Ama ne zaman ki güçlenmişlerdir, daha önce "ittifak" kurduklarına ne yaptıklarını herkes bilir. Mollalar, kendilerine yakışır bir şekilde şeriat kültüründeki hile yöntemini kullanmışlardır.

Ülkemizdeki mollaların, din çevrelerinin, "çifte standart olmasın", "demokrasi, inanç ve düşünce özgürlüğü" diyerek sol kesimin karşısına çıktıkları, birçoklarını istedikleri çizgiye getirmeyi başardıkları ve Türk Ceza Yasası'nın 141, 142. maddeleriyle birlikte 163. maddesinin tartışıldığı şu sıralarda bunların hatırlatılmasında yarar vardır. "Görüş"lerin soluğu kesilmesin diye...
 



                                                                                             Ekonomi ve Politikada Görüş
                                                                                                  Şubat 1990, sayı 39

Not: Allah dileseydi o peygamberlerden sonra gelen milletler, kendilerine açık deliller geldikten sonra birbirleriyle savaşmazlardı, fakat onlar ihtilafa düştüler de içlerinden kimi iman etti, kimi de inkâr etti. Allah dileseydi onlar savaşmazlardı; lâkin allah dilediğini yapar.

24 Eylül 2011 Cumartesi

İnandırmak İçin Ant İçen ve Öc Alıcı Tanrı

İslam'ın Tanrısı, tıpki Araplar gibi inandırmak için sürekli yemin etmektedir. Malum bizim kültürümüzde de vardır bu Araplar üzerinden gelen "inandırmak için sık yemin etme" alışkanlığı. Peki neler üzerine içiyor bu antları Tanrı?

1-) Kendi üzerine. Meryem Suresi 68.ayet, Hicr Suresi 92.ayet. "Fe ve Rabbike" der, yani "Senin Efendi'ne-Tanrı'na ant içerim ki.." Diğer örneklerden bazıları Mearic suresi 40, Nahl Suresi 56 ve 63.ayetler)

2-)Peygamberinin yani Muhammedin üzerine. Hicr Suresi 72.ayet: "Le amruke.." (ey Muhammed!)senin yaşamın üzerine ant içerim ki...

3-)Kuran üzerine. "Ve'l-Kurani!". Sad Suresi, 1.ayet, Kaf suresi 1.ayet) "kuran üzerine ant içerim ki...". Duhan Suresi 2.ayette de "kitap üzerine ant içerim ki.." diyerek seslenmektedir İslam Tanrısı.

4-) Göğe ve gök cisimlerine  (Güneş kültlerinden fazlaca etkilenmiş ve Tanrı'nın gökte olduğuna inanan bir din için aslında beklenen de bir şeydir) Büruc suresi 1.ayet: "burçları olan göğe ant içerim ki.." Şems Suresi (Şems'in güneş anlamına geldiğinin altını çizerim, Allah da aslında bir çeşit güneş tanrısıdır, bu konuyu ayrıca paylaşacağım blogda daha sonra) "Göğe ve yapanına(Allah'a) ant içerim ki..." Tekvir suresi 15. ve 18. ayetlerde de yıldızlara ant içmektedir. İnşikak ve Vakıa surelerinde de benzer örnekler vardır.

5-)Yer, yani dünya için ant içer ayrıca. (Gökte Tanrı ve melekler, yerde ademoğulları yaşar İslam inancına göre, ayrı bir soru? Tanrı eğer gökteyse gök, Tanrı'dan daha büyük olmak zorundadır, halbu ki Tanrı en büyüktür. Zaten gök diye bir şey de yoktur, boşluk vardır sadece, ama ilkel gök tanrısı inancından da etkilenen bir dinin Tanrı'yı gökte sanması da normaldir). Şems suresi 6.ayet

Yeri gelir kıyamet'e de ant içer (kıyamet suresi 1.ayet), düşman üzerine sürülen atlara (Adiyat suresi) , yağmur yüklü buluta ve gemiye(zariyat suresi), denize (Tur suresi) vesaire bu örnekler uzar gider. Tam da Arap geleneklerine uygun olarak antlarına yemin eder Tanrı, ben de inandıysam Arap olayım.

Kuran'daki Tanrı, bunca şey üstüne ant içerken, insanları belirli bir şeye inandırmak ister. Öfkelendiği kimselerin başlarına neler gelebileceğine; kıyamete, nasıl öç alacağına dair yeminler eder.( çok önemli bir nokta şudur ki, İslam'da Tanrının bir adı da "Züntikam"dır, yani ÖÇ ALICI. bkz. Al-i İmran suresi 4.ayet, Maide suresi 95. ayet, İbrahim suresi 47.ayet, Zümer suresi 37.ayet). Korkunç cehennem ateşinde öcünü alacaktır Tanrı, evet inanırlara göre bu satırları yazdığım ya da kitaplarına peygamberlerine inanmadığım için ben de sonsuza dek cehennemde canır canır yanacağım. Tanrı'yı reddetsin veya reddetmesin, herhangi bir dine inanmayanlar sizce de bu kadar cesurlar mı? Bu soruyu özellikle dinin sorgulamaya bile cesaret edemeyen ama kendilerine "din iyi bir şeydir" diye mazeret uyduran sözüm ona inanırlaradır. Umarım yanlış Tanrı üzerine bahis yatırmıyorlardır, Ulu Manitu'nun dehşetinden ya da Lord Krishna'nın acımasızlığından koruyamayabilir kendilerini İslam Tanrısı Allah.


Daha sonra "Tanrı'nın varlığına dair kanıtlar" başlığında ayrıca detaylı olarak inceleyeceğim "Pascal'ın Bahsi"nden bahsetmek isterim biraz. Özetle der ki, "Tanrı varsa ben kazandım, yoksa da kaybedeceğim bir şey yok". Bu korkak, pısırık bakış açısına eleştirilerimi daha detaylı yapacağım fakat kendisine Tanrı'nın varlığını ancak öldükten sonra öğrenirse Tanrı'ya ne yanıt  verileceği sorulan Bertrand Russell'ın cevabını paylaşmak isterim:

"Yeterli kanıt yoktu Tanrım, yeterli kanıt yoktu." 



İşte tam da zaten bu kanıtların yetersizliğinden dolayı cümlelerini ant içmelerle süslüyor Tanrı. "Bana inanacaksın, yoksa seni çok pis yaparım haa" diyerekten "öc alma" kozunu da ortaya koyuyor.

23 Eylül 2011 Cuma

Edebi bir eğlence olarak din

Amerikalı düşünür, yazar Ralph Waldo Emerson diyor ki:

Bir çağın dini, bir sonrakinin edebi eğlencesidir. 



Çok beğendiğim, takdir ettiğim bir tespittir fakat biraz eksiktir de. Neden doğrudur? Helenistik dönemin o bütün mitolojik tanrılarını edebiyatta, hatta yeri geldiğinde sinema ekranlarında kullanıyoruz. Aslına bakarsanız Tanrı'nın varlığını reddeden herhangi biri bütün bu tanrıları reddetmektedir, İslam'a inan biri ise sadece bir Tanrı eksik reddetmektedir, zat-ı muhterem Allah. Gel gör ki, eski Yunan'da birçok insan Zeus'u, Afrodit'i reddettiği için idama mahkum edilmiştir, günümüzde bu Tanrılara değer veren herhangi bir kimse bulunmamaktadır bilinen veriler içerisinde. Neden eksik bulduğuma gelince cümleyi, bir sonraki çağda değil eş zamanlı yaşadığımız toplumların dinleri bile edebi eğlence olabilmektedir. Hindistan'da ineklere gösterilen değer, Tao inancına göre ölüler için yakılan nesneler, İslam inancına göre Tanrı için kurban kesmeler bunlara örnek olarak gösterilebilir. İşin trajikomik yanı şudur ki, herkes birbirinin inancına saygılı görünüp arkadan dalgasını geçmektedir.

İngiliz bilim kurgu yazarı Douglas Adams'ın bir sözü ile bitirelim yazıyı:

Bir köşesinde meleklerin olduğuna inanmadan da, bir bahçenin güzel olduğunu görmek yeterli değil midir?

İnanmasan bile kutsalıma saygı göster!

Richard Dawkins'in Tanrı Yanılgısı (The God Delusion) isimli kitabı "Haksız İtibar" isimli alt bölümden sadeleştirmeler ve eklemelerle:

Toplumumuzda dindar olmayanlar dahil azımsanmayacak sayıda insanın kabullendiği veya kabul etmek zorunda bırakıldığı bir sanı vardır; bu da dinsel inancın saldırılara karşı savunmasız olduğu ve olağan dışı bir saygı duvarıyla korunması gerektiğidir. Bu saygı kalkanı öylesine kalın olmalıdır ki, insan haklarının insan hayatını korumak adına aldığı kurallarla karşılaştırılamamalıdır bile.

İslam peygamberi Muhammed'in karikatürünü çizen çizerin kellesine Pakistanlı bir imam tarafından 1 milyon dolarlık bir ödül konmuştu. Göstericilerin elindeki pankartlar ve Ortadoğu dünyasının açıklamaları "İslam'ı vahşi bir din gibi gösterenlere" cevabı yapıştırıyordu sözüm ona:

"İslam'a hakaret edenleri katledin."

"Avrupa bunun bedelini ödeyeceksin."

"İslam'la alay edenleri doğrayın."

Eminim birçok inanır da bu tavrı desteklememektedir, fakat gel gör ki Fransız Devrimi ile artan Cumhuriyetçilik ve milliyetçilik akımına kadar dünya üzerindeki savaşların neredeyse tamamına yakınının besleyicisi olan din ideolojisin 21. yüzyılda bile bütün vahşetiyle devam ettiğini görmek adına üzücü.(bamq)

Gazeteci Andrew Mueller, İngiltere'nin sözüm ona ılımlı(!) Müslümanlarından Sir Iqbal Sacranie ile bir röportaj yaptı. Sir Iqbal'e kulak verelim:

Peygamber kişi huzur üzerinde olsun, Müslüman dünyasında çok derin bir saygı görür. Bu kelimelerle anlatılamayacak bir sevgi ve muhabbettir. Ailenizin, sevdiklerinizin, çocuklarınızın ötesindedir. Bu inancın bir parçasıdır. Ayrıca hiç kimsenin peygamberin resmini çizmemesini öğütleyen bir öğretisi vardır.

Mueller'in incelemesine göre:

İslam'ın değerleri diğerlerininkini bastıracak türdendir ki  müridleri bunu böyle kabul eder; tıpkı tek yolun, tek gerçeğin, tek ışığın kendi dini olduğuna inanan herhangi bir dinin mesubunun düşüneceği gibi. Eğer insanlar bir 7. yüzyıl vaizini kendi ailelerinden daha çok seviyorlarsa, bu onlara kalmış, ancak onlardan başka kimse bunu ciddiye almak zorunda değildir. 

Eğer ciddiye almaz ve saygınızı tam anlamıyla göstermezseniz, fiziksel tehditle karşılaşırsınız, hem de orta çağdan beri hiçbir dinin sözüm ona arzu etmediği bir biçimde. Herhangi bir politikayı veya politikacıyı eleştirebilirsiniz, sosyalizme ya da kapitalizme lanetler yağdırabilirsiniz ama konu dine geldiğinde karşılığını çok sert alırsınız, özellikle de İslam'da.

Mueller devam ediyor:

Siz soytarılar eğer bir noktada dahi haklıysanız, karikatüristler her halükarda cehenneme gidecekler, peki bu sizin için yeterli değil mi?

Arap medyasının klişe Yahudi karşıtı karikatürlerini yayınlamakta gösterdiği gönüllülük arasındaki zıtlığı fark etmemek imkansız, Danimarka'daki karikatür krizinden sonra yapılan bir gösteri sırasında, siyah çarşaflara bürünmüş bir kişinin "Tanrı Hitler'i korusun" pankartı taşımasını da öyle. Kendilerini "ılımlı İslamcı ya da ılımlı Müslüman" gösteren kimseler diyebilirler ki "o kişi provakatör olarak göstericilerin arasına sızdırışmıştır." Peki sormak isterim, İslam'a yapılan saygısızlığa bu derece karşı çıkan ve o karikatüristi orada yakalasa linç edecek bir topluluk, konu başkasının kutsalına geldiği zaman neden aynı tepkiyi göstermiyor? (bamq)

Dini diğer siyasi görüş ya da herhangi bir felsefe ya da öğretinden çok daha kalın bir kalkanla korumanın bir sonucu olarak; tüm politikacılar yüzlerinin saygısız karikatürlerine alışmalı ve hiçkimse onları savunmak için ayaklanmamalıdır. Ancak din söz konusu olduğunda, bizden böylesi eşsizi ayrıcalıklı bir özveri beklenmektedir.

 Not: İşte dinin ayrıcalığını vurgulayan bir diğer tuhaf örnek. 21 Şubat 2006'da Birleşik Devletler yüksek mahkemesi herkesin uymak zorunda olduğu, halüsinasyon etkisi yapan ilaçların alınmamasını dikte eden bir kanundan New Mexico'daki bir kilisenin muaf tutulması kararını aldı. Centro Espirita Beneficiente Uniao do Vegetal'in (Brezilya'da Amazon bölgesinde faaliyet gösteren bir Hristiyan cemiyeti) imanlı üyeleri, yalnızca "hoasca çayı" içtiklerinde Tanrı'yı anlayabileceklerine inanıyorlardı ki bu çay yasa dışı,  halüsinojenik bir madde olan "dimethyltryptamine" içeriyordu. Bu ilacı kullanma hakkını elde etmek için, Tanrı'yı kavrayışlarını arttırdığını söylemelerinin yeterli olduğunun altını çizerim, belgelerle veya ampirik olarak mahkemeye herhangi bir ispat sunulamayan bir neden ile, inanç nedeni ile. Aynı şekilde Hindistan'da da kimi yerlerde dinsel ritüellerde transa geçmelerine yardımcı olduğu için marijuana kullanmak serbesttir, bu hakkı elde ederken öne sürülen tek argüman din ayrıcalığı.

Not2: Bu yazı Danimarka'daki karikatür krizi sonrası kutsal değerlere saygı bekleyen ve İslam'ın hoşgörü dini olduğunu iddia edecek komikliğe ulaşan, üstüne üstlük Danimarka bayraklarını yakan göstericilere ithaf edilmiştir, ironiden anlayan nesiller yetişmesi temennisiyle.